Meryem
bebeği İstanbul'da bırakıp Ankara’ya dönerken uçakta yaşadığım duygu
kargaşasının içinde fark ettim ki beni hüzünlendiren tek şey kuzum ve
kuzusundan ayrılmak değil. Ben aynı zamanda anneanneliği de İstanbul'da bırakıp
bindim uçağa. Ve bütün hücrelerime kadar
mutlu olmamı sağlayan anneannelikten bedenen ayrılmak zorunda olsam da duygusal
olarak ayrılmak istemiyorum. Ankara'da beni bekleyen onlarca kimliğimin yanı
sıra ben hep anneanne kalmak istiyorum. İnsanın dört torunu da gurbette olunca
anneanneliği aynı şehri aynı mahalleyi paylaşan bir nine torun ilişkisi içinde
yaşamak mümkün olmuyor. Dünya telaşı
içinde yavruların cıvıltısı, kokusu, dokunuşu ile ilgili hatıralar yavaş yavaş
silikleşiyor. Hücrelerimi dolduran anneannelik kavramı ne yazık ki yerini başka
dertlere telaşlara bırakıyor; bu da benim canımı acıtıyor. Sanıyorum ben artık
öncelikle anneanne sonra başka bir şeyler olma yaşıma gelmişim. Uçaktan inip
beni karşılamaya gelen sevdiğim adamla beraber evimize giderken iki–üç saat
öncesine kadar ne kadar mutlu olduğumu, sevdiğim adamın yanında olmanın bile o
mutlulukla eşdeğer (az yada çok değil, eşdeğer) olmadığını fark ettim ve
kendi kendime bir karar verdim: Beni bu kadar mutlu eden anneannelik enerjisinin
devam etmesini sağlayacak bir şeyler yapmalıyım.
Amine'min
yavrusu Meryem'le ve Hilal'imin kuzusu Azade’nin
beraber çekilmiş fotoğraflarına bakıp yeni bir anneanne kitabı yazmayı
planlarken bir anda kulağımda Hilal'imin sesi çınladı: “Bizim annemiz başka
anneanneler gibi kazak falan örmez. O torunları için kitap yazar.” Bir iltifat
mı yoksa bir kinaye mi içerdiğini anlayamadığım cümleyi düşünürken birden bir
ampul yandı zihnimde. “Evet” dedim, “Evet! Örgü örersem her ilmekte toruncuklarla
beraber olmaya devam edebilirim.” Ardından düşünmeye devam ettim: “Ama öreceğim
bir kazak olmamalı. Kolunu nasıl keseceğim, yakasını nasıl yapacağım diye
düşüneceğim, stres oluşturacak işlere kalkışmamalıyım.” Bu düşünce ile beraber
bir sevinç kapladı yüreğimi ve gözümün önünde yıllar önce yavrularıma ördüğüm
örgüler uçuşmaya başladı. Hilal'ime ördüğüm zıplayan tavşan işli kazak, Elif'imin
şeker pembe elbisesi geçti gözümün önünden. Derken Amine'm belirdi mor örgü eteği
ile. “İşte” dedim, “bu etekten örersem hiç stres olmam. Bir ters bir düz
başlarım. Biraz örünce her ilmeği arttırır iki ters iki düz yaparım. Sonra da
birer ilmek daha arttırır, üç ters üç düz örerim. Al sana bir kloş etek. Ben örerken mutlu olurum, kızcıklar
da giyerken.”
Ertesi gün
seminer vermek için gittiğim Ayvalı Camii'nin önünde arabadan inerken caminin
altında bulunan tuhafiye dükkânına takıldı gözlerim. Konferansı bitirir
bitirmez kaybettiğim bir dosta kavuşma sevinci ile koştum dükkâna. Kapıdan
içeriye girdiğimde mutluluğum bütün bedenimi sarmıştı. Ben sevinçten uçarak
raflardaki yumaklara bakarken satıcı kız,
“Affedersiniz doğru yere geldiğinize emin misiniz? Burası yalnızca bir ipçi.
Niye bu kadar sevindiniz?” diye sordu. “Evet yavrum, tam aradığım yerdeyim,“
dedim ve devam ettim “Ben yıllar sonra tekrar
örgü öreceğim. Hem de torunlarıma. Bundan daha güzel ne olabilir ki?”
Kızcağızın anlamamış, anlayamamış bakışları arasında seçtim dükkandaki en
güzel pembe yumakları.
Okula geri
dönerken dayanamadım ve aldım şişleri elime. Önce dokundum, sevdim onları. Sonra yumuşacık yumaklara sarıldım,
okşadım, kokladım ve arabayı süren
arkadaşımın hayret dolu bakışlarına aldırmadan çektim besmeleyi, tahmini
ölçülerde attım ilmekleri. “Küçük olursa Azade'nin büyük olursa Amine Elisa’nın
olur,” diyerek başladım ilk eteği örmeye.
İlmekler
çoğalıp etek ortaya çıkmaya başladıkça benim heyecanım ve sevincim de
katlanmaya başladı. Tahmin ettiğim gibi olmuştu. Her ilmeği atarken Azade,
Amine yada Meryemciğe dokunuyor, nefeslerini kulağımda hissediyordum. Anneannelik
enerjisi bütün bedenimi ve ruhumu sarmaya devam ediyordu.
O gece
oturma odasında keyifle örgümü örerken birden dilimdeki zikri fark ettim. Tıpkı
eski günlerdeki gibi her ilmekte otomatiğe bağlamış şekilde “la ilahe illallah”
dediğimi fark edince koşturmaktan oturup tespih çekmeye vakit bulamayan biri
olarak inanılmaz bir mutluluk yaşadım. Artık elimde bir tespih vardı hem
de ilmek ilmek sevgi dokuduğum bir
tespih.
Madem bu
kadar zevkliydi bu iş, niye bıraktım ben örgü örmeyi, diye düşünmeye başladım bir
yandan da. Sebeplerden biri çocukların büyüdükçe benim ördüklerimi
beğenmemeleri idi ama modelleri onların istediği şekle sokarak bu engeli
aşabilirdim. Başka bir şey olmalı diye düşünmeye devam ettim. Önemli bir diğer
sebep ise örgü örerken kitap okuyamamamdı. İş yoğunluğu ve çocukların
ihtiyaçlarının karşılanmasının ardından çok zor bulduğum boş zamanlarımda örgü mü örmeliyim kitap mı
okumalıyım sorusunun cevabını çok doğal olarak kitap okumalıyım diye vermiştim.
Ancak bu sefer gelişen teknoloji sayesinde hem okuyup hem de örebileceğimi
düşünerek açtım laptopumu koydum kucağıma. Hem Kur'an dinledim, hem meal okudum,
hem de dokudum ilmekleri. Tek kitap okuyamamak da değildi beni yünden şişten
ayıran diye düşünürken içimin ta derinlerinden gelen kısık bir ses duydum yürek
kulağımla: “Beni hor gördüğünüz için olmasın bu ayrılık?” Evet, dedim, evet. Şimdi
buldum. Örgü örmenin boş iş olarak tanımlandığı bir süreç yaşadım ben. Hizmet
etmek, dünyayı kurtarmak, daha çok çalışmak için koştururken örgü ve bir çok
kadınsı iş “boş işler” kategorisinde yerini almıştı. Başkaları için koşarken
içimdeki kadınlardan birini yok saydığımı hatta öldürmeye çalıştığımı fark
ettim utanarak. Biraz derinleşsem kimbilir içimde daha kaç sesi sısılmış kadın
vardır diye düşündüm. Onları keşfetme ve istersem geliştirme yolculuğunu
ileriki tarihlere erteleyip örgü ören,
ipe sevgi ile anlam katan kadını besleyip geliştirmek için artı zaman aramaya
başladım koşturma ile geçen günlerimin içinde. Aramak ve istemek başarıya giden
yolun ilk basamakları imiş derler ya ben de daha önce hiç aklıma gelmeyen bir
zaman dilimi keşfettim.
Arabayı benden başka biri kullanırken de örebilirdim. Babamı ziyarete gidip dönerken Keçiören
Gölbaşı arasında, seminer için gittiğim Çankırı yollarında bitiverdi etekler.
Kısacası bir süre sonra kendimi Kur'an dinlerken, bilgisayar ekranında yazı
okurken, yolculuk yaparken örgü örer
buldum.
Seve seve
okşaya okşaya ördüğüm üç etek bitince, Selimciğim üzülür şimdi diye bir ateş düştü
içime. Kol kesmek yaka yapmak istemesen
de bir şeyler örmelisin yavruya deyip başladım bir süveter örmeye. Kızların
pembesinden bir Volkswagen koydum lacivert süveterin önüne.
Son
yılların en mutlu günlerini geçirdim bu süreç içinde. Bir yandan anneannelik
depolarım dolarken bir yandan da bir şeyler üretmenin keyfini yaşadım. Elif'im kardeşini ve bebeği görmek için
İstanbul'a gelince ben de eteklerimi , eteklere takım ördüğüm bantları ve
Selimciğimin süveterini bavula koyup
düştüm yollara. Doğrusunu isterseniz küçük
kızcıklar etekleri görünce bir kitap gördüklerinden daha az
heyecanlandılar. Onlar eteklerden daha çok ilgilendikleri bantları bazen
ayaklarına bazen boyunlarına nadiren de kafalarına takarak oynarken kızlarım
ve ben şen kahkahalar atarak seyrettik pembe kloş etekleri.
Bu
güzelliği görmemizi sağlayan gözler, mutluluğu yaşamamızı sağlayan yürekler, o
ilmekleri atmamı sağlayan eller ve en önemlisi bunların tümü için kendisine
şükretmem gerektiğini idrak etmemi sağlayan akıl veren Rabbime binlerce kere
şükürler olsun.
Yavrularıma
ve yavrularına ilmek ilmek ettiğim dualar kabul olsun inşallah.
Merhaba Hocam,
YanıtlaSilYazınızın her satırını yüzümde sürekli genişleyen bir tebessümle okudum. Sevgiyi ilmek ilmek dokumak böyle bir şey demek ki... Anne olmak nasıl bir heyecansa, anneanne olmak da aynı heyecan demek ki… Onlar için bir şeyler üretmek, onlarla geçirilen zaman dilimine eş değer olmalı demek ki diye düşündüm… Evet, evet!..Daha önce de söylemiştim; insan anneanne ya da babaanne olacaksa sizin gibi olmalı. Tabi ki bu bütün anneanneler kitap yazsın, örgü örsün anlamında değil… Ne yaparsa yapsın ama sizin gibi sevsin…
Evet..o ilk ilmeklerin atılışına şahit olan, arabayı kullanan bahtsız bedevi benim a dostlar..yüncüye bir tavşan edasıyla hoplaya zıplaya girmeniz görülmeye değerdi..doğrusu o ilk ilmekler atılırken içimden;"Iı..Ih..Tıh..Beceremez..becerse bitiremez."dedim. Çünkü benim tanıdığım Nurten Hoca bu işleri yapmaya nasıl vakit bulsundu ki..Nazarımda O, seminerden seminere koşan, kendine bile zor vakit ayıran, bukduğu ilk boşlukta da; "Allah rızası için şu sırtımı ovan bir Müslüman yok mu?" diyen bir eğitim nefheriydi..Etekler bitince gururla ve biraz da mahçubiyetle tebrik ederken ağzımda çıkan ilk cümle şuydu:" Vaaaayy..Hocam sen neymişsin meğer?" Sonsuz saygı ve sevgilerimle..Kardeşiniz Evrim..
YanıtlaSilyüncüdeki mutluluğumun şahidi sevgili dost:))
Silgüzel duygular için teşekkürler
yengeciğim babaanne olduktan sonra anneanne lik duygularını çok iyi anlıyorum.torunların ile uzun ömürler dilerim.
YanıtlaSilümran hayırlı olsun torunun. Rabbim dört gözle büyütsün inşallah
SilHocam gerçekten çok gzüel bir yazı. anılarınızı sizden dinleyince insan hayatın detayını yakılıyor ve mutluluğun, huuzrun detayda saklı olduğunu... aslında örgü örerken bir bakıma hayatı örüyorsunuz... elinize sağlık... dua ile...
YanıtlaSilBunlardan bir kitap yapalım biz desem, siz de Eliiiiif diye haykırsanız :)
YanıtlaSilNe güzel şeyler yazıyorsunuz. Ne güzel ilmek arası anılar yaşıyor, topluyorsunuz. İlmeklerdeki anıları toplasak, biz kadınlar; kocaman, yünden bir uçan balon yapsak, Küçük Prens'e varıp, burun kıvırsak.
Siz küçükleriniz için öyle bir şey yapıyorsunuz ki, hayatları boyunca onlarla olacak.
Sevgiden örülmüş bir geçmiş, bütün bir gelecek sermayesine maya olmaya yetiyor.
Artsın, çok olsun sevgileri...