26 Aralık 2012 Çarşamba

HAYIRLI EVLAT YETİŞTİRMENİN ABC'Sİ


Mustafa İslamoğlu hocanın 2008 yılında Almanya’nın Köln şehrinde verdiği "Çölde Gül Yetiştirmek" isimli konferansın videosunu izledim geçenlerde. Defalarca durdurarak ve notlar alarak izlediğim seminerin zihin ve gönül dünyamda önemli bir yer edinmesinin bence en önemli nedeni, her ana babanın arzusu olan “hayırlı evlat” yetiştirmek için sunulan formülün namazın farzlarının üzerine bina edilmesi idi. Neredeyse 40 yıldır namaz kılan, ilahiyatçı kimliğim gereği yaptığım söyleşilerde namazın “nasıl”larından çok “neden”lerini önemseyen paylaşımlar yapan ve en az onbeş yıldır çocuk gelişimi ve aile içi iletişim konuları üzerine okuyan, yazan ve seminerler veren biri olarak bu formülü bu güne kadar göremeyişime, fark edemeyişime şaştım kaldım.  Üzerinde düşünmeye başlayınca fark ettim ki bir ilahiyatçı ve eğitimci olmanın ötesinde bir anne olarak evlatlarımı büyütürken onlara kazandırmak için emek verdiğim onlarca güzel davranış namazın bize kazandırmak istedikleri ile tıpatıp örtüşüyor. Gözümün önündeki sis perdesinin kalkmasına vesile olan Mustafa İslamoğlu hocaya derin şükran duyarak başladım düşünmeye, yazıp çizmeye.
İslamoğlu hocanın seminerinden gönlüme düşenleri  yıllardır okuduğum, dinlediğim ve yakın takipcileri olduğum Steven Covey, Daniel Goleman, Leyla Navaro, Doğan Cüceloğlu, Üstün Dökmen, Esra Savaşan, Kemal Sayar, Nevzat Tarhan, Ala Elcircevi  ve şu an adını hatırlayamadığım onlarca güzel insanın hayatıma kattıkları ile sentezleyince  ortaya çıkanlar beni çok heyecanlandırdı. “İşte” dedim “yeni kitabımın iskeleti ortaya çıkıyor. Artık elimde son beş-altı yıldır Türkiye’nin ve dünyanın bir çok farklı yerinde verdiğim seminerleri kaleme alabileceğim bir formül var”.  Meryem bebek ve annesi ile beraber olduğum  o huzur dolu günlerde fırsat bulduğum her an bilgisayarımın başına geçerek  çalışmaya başladım. Bu süreçte formülün her bir maddesini Rabbimin anne-babasına tertemiz bir yürek, akıl ve bedenle teslim ettiği  ve muhteşem bir gelişim programı yüklediği Meryem bebeği nelerden korur ve nelerle desteklersek  yıllar sonra ortaya "O bizim  salih amelimizdir" diyebilecekleri  bir evlat çıkar sorusunu cevaplamaya çalışarak  defalarca gözden geçirdim.

9 Aralık 2012 Pazar

UÇAKTAKİ ANNEANNE


            
Uçaktayım.
Yavrumu ve yavrusunu İstanbul ' bıraktım. Ankara’ya dönüyorum.
Amine'm hamileliğinin kırkıncı haftasını sürerken gitmiştim İstanbul’a. Anneliğe adım adım yaklaştığı son günlerin heyecanını beraber yaşadık yavrumla. Gözüm gözünde  sorduğum “bir şey var mı?” yavrum sorusu ile başladık her güne. "Bir şey var mı?" sorusu arkasında “sancılar başladı mı?” sorusunu saklıyor. Ama içinde sancı kelimesi geçen bir soruyu göz göre göre sormak biraz ürkütücü geliyor insana.
Beraberliğimizin birinci haftası biterken sabah namazına uyandığımda  yavrum salonda bir aşağı bir yukarı yürüyordu. Bu sefer korkarak sordum "bir şey var mı?” “Evet, galiba” dedi bebeğim ürkek ürkek. Hem aylardır beklediği  yavrusuna kavuşma süresinin azalmasının mutluluğu hem de daha önce hiç yaşamadığı bir deneyimin başlamasının heyecanı ve kaygısı kaplamıştı yavrumun yüzünü. Dokuz aydır beklediğimiz an gelmişti ama ikimiz de o anı durdurmak yada ertelemek arzusu içinde idik. Ben okumalarımı hızlandırırken yavrumun da sancıları sıklaşmaya başladı. Yıllar önce beraber umre yaptığımız bir kadın doğum uzmanı doktor hanımın tavsiyesi ile aldığım meryemotunu koydum suya. Doktor hanım “Ot açılırken rahim de açılıyor. Bilimsel bir açıklaması var mı bilmiyorum ama ben hastalarımın doğumlarını kolaylaştırdığına ve hızlandırdığına şahitim” demişti. “Ya Rabbim sen yavrumun yardımcısı ol. Bu zorlu yolculuğu kolay kıl” duaları ile koydum meryemotunu suya. Hatta kuru dallar çabucacık açılsın diye suyu biraz ısıttım. Amine'm doğumu kolaylaştırsın diye okuyup hazırladığı suyunu içti yudum yudum. Furkancığımın desteği, duaların gücü, doktorunun doğru yönlendirmeleri, Hilal'imin doğum süresince yaptığı koçluk ve Amine'min müthiş  çabası ve tabii ki Rabbimin izni  ile Meryem bebek aynı gün öğleye doğru doğdu elhamdulillah.

6 Aralık 2012 Perşembe

TORUNCUKLAR İÇİN ANNEANNE KİTAPLARI


       “Annannem bipab  okuuuuu” diye sesleniyor 18 aylık Azadecik annesine.
        Meryem bebek için İstanbul da olmamın en güzel taraflarından biri de hemen her gün kardeşini ve bebeği görmek için gelen Hilal'im ve onun yavrusu Azade'm ile beraber olabilmek. Azade şimdi bir buçuk yaşında.Dünya tatlısı birşey. Kelimeler yarım yarım çıkıyor ağzından ama o kadar çok nesnenin ismini biliyor ki şaşırmamak mümkün değil. Aslında buna şaşmam anlamsız çünkü doğduğundan bu yana anne ve babasının  bir gün içinde onlarca kitap okuduğu bir yavrunun çok fazla nesneyi tanıyor ve isimlendiriyor olmasından normal ne olabilir ki.
        Azade de tıpkı diğer torunlarım Selim ve Amine Elisa gibi hiç televizyon görmeden büyüyen nadir şanslı çocuklardan. Her iki kızımın evinde televizyon yok. Dolayısıyla çocukların hayatında, diziler, çizgi filmler, reklamlar yok. Onlar tüm görsel uyaranlarını gün boyu ellerinden bırakmadıkları kitaplardan ediniyorlar. O nedenle kitap bakmak yada kitap okutmak o çocuklar için ciddi birer ihtiyaç. Geçen sene sonbaharda Berlin’e Elif'imi ziyarete gittiğimde Selimciğimle beraber odasındaki kitaplarını saymıştık. Türkçe  Almanca ve İngilizce  üçyüz küsür kitabı vardı yavrumun. Herhalde  şimdi bu sayı üç yüz elliyi geçmiştir. Her biri özenle seçilmiş yüzlerce kitabın arasında altı tanesi var ki onlar  yeryüzünde bir tek Selim de ve bende var.  Benim Selim için yazdığım/yaptığım özel anı kitapları onlar.
         Azadeciğimin “Annannem bipab  okuuuuu” diye çığlık atarak annesinden okumasını istediği kitap da  benim Azade için yazdığım kitaplar. Onların adı “ananem bipab” . 
Azade o kitapları çok seviyor çünkü kitabın kahramanlarını çok yakından tanıyor.
Anneannenin kitabının kahramanları dayılar, kuzenler, dedeler, nineler ve en önemlisi kendisi.  

4 Aralık 2012 Salı

KÜÇÜK AYAKLAR PEMBE PATİKLER


Meryem bebeğe  Elif halası pembe bir patik örmüş.
Öyle bildiğimiz yün bebek patiği değil bu patikler, hanım hanımcık, küçültülmüş ayakkabı gibi bir şeyler.
Meryem bebek uyuyor ben de yanı başında duran patikleri seyrediyorum.
İçimdeki ses; uyusun da büyüsün, tıpış tıpış yürüsün yavrum diyor.
 Yürüsün de ayakkabılar giysin yavrum. Ayakkabılar giysin de yürüsün.
Rabbim izin verirse 9-10 aya kalmaz ilk ayakkabılarını giyersin bebeğim. Bileklerini sıkı sıkı tutan ayakkabılarla yeryüzünde ilk adımlarını kollarını açıp seni bekleyen anne ve babana doğru atarsın inşallah.
Daha sonra özgürlüğe doğru atılır adımların. Birkaç adım atıp bakarsın arkana. Hem seni heyecan ve gururla izleyen anne ve babandan bağımsız olmak ister yüreğin hem de, ihtiyacın olduğu anda, seslendiğinde bir adımda seni tutacak kadar yakınında olmalarını umarsın.
Bir gün spor ayakkabı alırlar sana ve “attı” diye çığlıklar atarak toplara vurursun inşallah. Parka giderken giydirir anneciğin cırt cırtlı spor ayakkabını. Kum havuzunda oynarken ayakkabılarının içine dolan kumları çıkartmak için kolayca açarsın cırtları.
İnşallah bir de kırmızı lastik çizmelerin olur  bebeğim. Yağmurda biriken sulara “şap” diye girer, yol kenarında oluşan çamurlara “şlap” diye basarsın onlarla.

2 Aralık 2012 Pazar

MOR MENEKŞELİ KUNDAK


Meryem bebeği hastaneden eve getirdikten sonra Mehmet dedesinin 57 yıl önce bebekken sarıldığı kundakla sardık sarmaladık. Kayınvalidemin gencecik bir gelinken kanaviçe mor menekşeler işleyerek süslediği pamuklu kundağın içinde mışıl mışıl uyudu bebiş.  
Onu seyrederken ilk yavrumu Hilal’imi doğurduğum günleri hatırladım. Annem (kayınvalidem)  birçok defalar bebeği kundaklarsak elini kolunu sallayarak kendini rahatsız etmeyeceğini daha rahat uyuyacağını söylemişti ama ben her defasında şiddetle reddetmiştim kadıncağızın teklifini. Kundak gibi iptidai bir şeyle çocuğumu sıkıştırıp rahatsız edemeyeceğimi ifade etmiştim türlü türlü kelimelerle. O da bana “kızım ben kocanı böyle büyüttüm. Aslan gibi oldu maşallah “ derdi. Şimdi durup düşünüyorum da neydi itiraz ettiğim. Kundak mı? Gelenek mi?  Kayınvalidemin annelik becerileri mi? Anadolu’nun küçük bir kasabasında yaşamış, sevdiğim adamı orada doğurmuş ve oranın şartlarına göre büyütmüş bir kadının benim gibi şehirli, üniversite okuyan, hamileliği süresince batılı çocuk doktorlarının yazdığı onlarca kitabı yutmuş entelektüel (!) bir kadına akıl vermesine dayanamıyordum herhalde.  Aslına bakarsanız önerilerini önemsemediğim tek insan kayınvalidem değildi annemin bebeğimle ilgili söylediklerini de çok dikkate aldığımı söyleyemem. Onun beni büyüttüğü günlerden bu yana koskoca 22 yıl geçtiği için şehirli annemin aktardığı deneyimleri de önemsemiyor doktorların bu süre zarfında en doğru bilgiye vardıklarına inanıyordum herhalde.

1 Aralık 2012 Cumartesi

MUHYİDDİN ŞEKUR DAN GÖNLÜME DÜŞENLER



Muhyiddin Şekur Hocayı dinledim dün gece.
Kızımı ve taze bebeği dünürüme emanet edip, isil isil yağan yağmurda ıslanmayı, akşam trafiğinde otobüste zorlu bir yolculuk yapmayı göze alarak  düştüm yollara. İyi ki gitmişim.
Su üstüne yazı yazmak” ve “Gölgeler Kolidoru” nun yazarı Amerikalı Psikoloji profesör Üsküdarda Meridyen derneğinin çalışmalarını yürüttüğü  Sandıkçı dede tekkesinde, yüzyıllarca zikir meydanı olarak değerlendirilen  ve   üç dervişin sandukasının kapıdan girenlere ”Huu” dediği salonda  yaptı konuşmasını.
“Ben kimseye bir şey öğretmek amacı ile yazmadım bu kitapları, imanımı güçlendirme, insan olma yolculuğumda yaşadığım deneyimleri öncelikle kendim için kaleme almıştım daha sonra Allah nasib etti ve basıldılar “diye başladı konuşmasına ve devam etti “ Eğer benim deneyimlerimi okuyorsanız bir hedefiniz olmalı. Bu kitabı okuduktan sonra kendi potansiyelinizi yakalamak ve geliştirmek için kapamalısınız kitabın kapağını.”   Hepimizin sema yapışlarını hayranlıkla izlediğimiz Mevlevi dervişlerinden hareketle güzel bir örnek verdi hoca “bir sema törenine gittiğinizde dervişlerin dönüşleri,  açılan tennureleri, fondaki ney müziği hepsi sizi çok etkiler. Huşu içinde izlersiniz onları ama tören bittiğinde siz yalnızca izleyen olarak kalırsınız. Orada dönen ve sema yapmış olan dervişlerdir. İzlemek yapmak demek değildir. Dönen olun