JAKARTA GÜNLÜĞÜ 2
“Endonezyalılar çok zarif insanlardır.” Hac ve Umre
vazifesini yerine getirmek için mübarek topraklara giden herkes, dilini
bilmediği, iki kelam konuşamadığı dolayısıyla aslında hiç tanımadığı Endonezyalı
kardeşlerimizi eminim ki böyle tanımlar. Bu gezi benim için yerdeki karıncayı
incitmekten korkarak yürüyen, her gördüğüne gülümseyerek selam veren bu güzel
insanlar için hüsn-ü zanla oluşturduğum duygu ve düşüncelerimin ilm-el yakin ve
ayn-el yakin kesinleşmesine vesile oldu.
Misafiri olduğumuz kardeş okulumuzdaki arkadaşlarımızla karşılaştığımız
ilk andan uçağımıza binmek için onlardan ayrıldığımız son dakikalara kadar yukarıdaki
cümleyi onlarca defa tekrarlamamıza neden olacak olaylar zinciri bizim okulun
bahçe kapısından içeri girmemizle başladı.
Okulumuzun İngilizce koordinatörü Mesut Bey, lise müdürümüz ve aynı
zamanda eşim olan Mehmet Bey’le beraber bir gece önce sözleştiğimiz gibi sabah
saat 7’de kardeş okulumuz Bakti Mulya 400’ün bahçesine vardığımızda büyük bir
kalabalığın ellerinde Türk bayrakları sallayarak bizi beklediğini gördük. Biz daha
ne olduğumuzu anlayamadan iki öğrenci, filmlerde gördüğümüz orkide
çiçeklerinden yapılmış kolyeleri boynumuza taktı. Okuldaki bütün öğrencilerin
ellerinde bayraklar sallayarak ve alkışlayarak doldurdukları koridorlarda onlarca
gülümseyen gözle bakışıp bize son derece dostane uzana elleri sıkarak ilerledik
ve karşılama töreninin yapılacağı salona girdik. Salonun başköşesinde Cakarta
büyük elçiliğimizden ödünç aldıklarını daha sonra öğrendiğimiz bayrağımız bizi
bekliyordu. İki ülkenin milli marşlarının okunmasının ardından okul
öğrencilerinin birbirinden renkli milli kıyafetlerinin içinde sergiledikleri halk
oyunlarını izledik. Kendimizi, ülkemizi
ziyaret eden devlet başkanları gibi önemli hissetmemizi sağlayan ilgi ve ikram
karşısında geçen yıl kardeşlerimiz bizim okulumuzu ziyaret ederlerken hiç de bu
kadar görkemli bir karşılama yapmadığımızı hatırlayıp derin bir utanç yaşadım. Öğrencilerimiz
için hazırlanan öğle yemeği için Cakarta’nın öbür ucundaki Türk lokantasından
bir aşçı getirterek Türk yemekleri pişirttiklerini duyunca “Türk
misafirperverliği” efsanesini daha önce hiç Edonezya’da bulunmamış insanların
uydurduğunu düşündüm.