Yarın bizim doğum günümüz.
Ben 55 yılı geride bırakıyorum. Bloğum ise sanal alemdeki 4. yılını
tamamlıyor.
Söylerken dilim, yazarken elim, yan yana gelmiş iki tane beş rakamına
bakarken gözüm inanamıyor ama doğru tam 55 yıl olmuş ben bu dünyaya geleli.
O zamanki adıyla “ Büyük
Doğum”da, 18 yaşındaki küçücük bir
annenin beni bağrına basmasının, öpüp,
koklamasının;
Karyola yapmaya çalışırken yağlanan, kirlenen ellerini alelacele
temizleyip hastaneye koşan genç adamın bana sımsıcak sarılmasının üstünden tam
55 yıl geçmiş.
Dile kolay bu, tam elli beş yıl! Yarım asırdan bile fazla.
Şimdi hesapladım yirmi bin yetmiş dört gündür bu gezegenin üstündeyim
ben. Yok yok, benim doğduğumdan bu yana
cüce Şubat’ın 13 kere birer gün
büyüdüğünü de hesaba katarsak tam tamına
yirmi bin seksen yedi defa gün doğmuş üzerime. Ne kadar çok!
Hardal tanesi kadar hayrın ve şerrin değerlendirileceği zorlu hesap gününde, hesabını vermem gereken
binlerce gün, yüzbinlerce saat ve milyonlarca dakika var demek bu .
Hesap verebilmek için önce kendimi muhasebe etmem gerektiğini biliyorum
bilmesine de , hesabı ortaya dökmekte zorlanıyorum. Bunun en önemli nedeni
yaşanmış günlerin bir sis perdesinin arkasına saklanmış olması.
Hatırlayamıyorum yaşanmışların çoğunu.
İlkokul, ortaokul, lise
yıllarımı; dersime giren öğretmenlerimi, aynı sırayı paylaştığım arkadaşlarımı,
okul bahçesinde kız kıza, kol kola atılan turları , o esnada yapılan
muhabbetlerin konularını… Hatırlamaya çalışıyorum.
Bazen sis perdesi aralanıveriyor. Ortaokul kantininde sosisli sandviç
yerken buluyorum kendimi. Sosisli sandviçin tadını bütün detayları ile hatırlıyorum
da onu alabilmek için beraber sıraya girdiğim arkadaşlarımdan yalnız iki-üçünün
adı geliyor aklıma. Son yıllarda sosis-salam gibi şeyleri hem ağzına hem de
evine sokmayan biri olarak zihnimden şimşek hızı ile geçen “Acaba içlerinde neler vardı onların?”
sorusuna hiç itibar etmeden devam ediyorum okul yıllarındaki yolculuğuma.
Bir akşamüstü heyecanla eve gelip ve anneme okuldaki halkoyunları
kursuna katılmak istediğimi söylediğim andayım şimdi. “ Kız kıza oynanan bir oyun varsa
gidebilirsin.” diyor annem. Oynarken okuldaki oğlanlar elimi tutmasın
diye Erzurum kız ekibine girmek zorunda kalışım hala içimi acıtıyor.
Çocuklarının hepsini iyi İngilizce öğrensinler diye TED Ankara Koleji’ne
gönderen bir baba ve İngilizce öğrenirken İngiliz olmasınlar diye çaba gösteren,
o yüzden de oynayacağımız halk oyununda bile Allah’ın kurallarını önceleyen bir annenin ürünüyüm ben.
Düşüncelerim anne ve babamın beni dokurken attığı ilmeklere kayıyor
birden.
On iki yaşında ya var ya yoktum babacığımla Elmadağ’a kayak yapmaya
gittiğimde. Ayağıma kayakları takmış beni dağın tepesine çıkartmış,
kayaklarımın ucunu birleştirip arkasını açarak kaymayı öğretmiş ardından da “ Beni takip ederek in aşağıya.“ demişti. O an
yaşadığım korku ve çaresizlik kadar aşağıya indiğimde hissettiğim zafer duygusu
da taptaze duruyor belleğimde.
Ortaokulu bitirdiğim sene, yeni arabasını fabrikadan teslim almak için
beraber Almanya’ya gidişimizi hatırlıyorum şimdi de. Beni yanında tercümanlık
yapmam için taşıyor canım babam. Aslında lise yıllarında öğrendiği Almancası
ile her türlü alışveriş ve pazarlığı yapabileceğini bildiği halde bana böyle
bir misyon yüklemesinin tek amacı var: Yeni dünyalar görmem ve yeni şeyler öğrenmem.
Babacığım bir yıl sonra çok
önemli bir mühür daha vuruyor hayatıma. Ayvalık’tayız. Annemin kış boyu bizde kalan felçli halasına
biz tatildeyken kısa bir süre için bakması hedeflenen bakıcının acilen başka yere
gitmesi gerekmiş. Babam uçakla İzmir’e
oradan da kiraladığı araba ile Ayvalığa geliyor. Hedef; beni felçli halaya
bakmam için Ankara’ya götürmek. Anneciğim “bu kız kendine bile bakamaz nasıl
bakacak hasta kadına?” diye itiraz ediyor. Ama babam çok net “ Yarın bir gün
evlenmeye kalktığında kaynanası hasta olursa ona kim bakacak? İşte fırsat
gitsin öğrensin “
Fakülteye başladığım yıldayım şimdi de. “ Kızım bir an önce bir daktilo
kursuna yazıl” diyor babam. “Ne işim var benim daktilo kursunda?” diye
soruyorum şaşkın şaşkın. “ İngilizcen iyi, on parmak daktilo da bilirsen aç
kalmazsın dünyada” diyor. Ve ben ilahiyat fakültesine altında arabası ile giden
ilk ve tek öğrenci olarak okuldan çıkıp akşamları on parmak daktilo öğretilen
bir kursa gidiyorum.
Biraz daha yoğunlaşsam zaman tünelinde babacığımla gezmeye kim bilir
daha ne güzellikler çıkacak karşıma. Ama ben 55 yılımı değerlendirirken biraz
da anneciğimin çocukluk yıllarımda hayatıma kattıklarını da bulup çıkartmak istiyorum.
O yüzden babamın güçlü ellerini bırakıyorum sis perdesinin arkasında.
Şimdi anneciğimin yumuşacık ellerinin içinde minik ellerim.
Konya Sokak’da yokuş yukarı yürüyoruz. Annem bir eli ile beni tutuyor.
Öbür eli ile halden aldığımız sebze meyvenin doldurduğu fileleri taşıyor. Benim
boştaki elimde ise bir simit var. Tam apartmanımızın kapısına geldiğimizde
komşunun ben yaşlarda ya da biraz daha büyük bir oğlu geliyor yanımıza. Biraz
konuştuktan sonra annem bana dönüyor ve “ Simidinden koparıp ver arkadaşına
“diyor.
Şimdi de bir okuldan eve geliyoruz kardeşlerimle beraber. Servis
dünyası keşfedilmemiş daha. Babamın şoförü getirip götürüyor bizi. Arabadan
indiğimizde anneciğim bizi bekliyor Keçiören’deki bahçeli evimizin kapısında. Kar,
buz bahçedeki çimenlerin, menekşelerin üstünü kapatmış. . Annem “ Hoş geldiniz.” diyor ve telaşla
ekliyor “Haydi çabuk olun ikindi namazı kaçacak.”
Köyden babamın dayısı gelmiş evimize. Köy kokuyor. Üstü başı
bizimkilere hiç benzemiyor. Annem
mutfakta telaşla yemek hazırlıyor.
Sofrayı kurarken özen göstermemizi istiyor. “Misafir var evimizde, haydi biraz hızlanın.”
diye bağırıyor bir yandan .
Lise yıllarımdayım. Ülkemin gençlerinin sokaklarda bir birini vurduğu
yıllar... Bir akşamüstü evimizin kapısı hızla çalınıyor. Peşinden kovalayan
polislerden kaçan bir ülkücü genç var kapıda. Annem tanımadığı bu genci evimize
alıyor. Elindeki tabancayı fırının içine
saklıyor. Çocuğu yedirip içirip bir güzel ağırlıyor. Akşam babam “Ne işi var el
alemin silahlı adamının bizim evde!” diye kızınca “Bu çocuklar ezan susmasın, bayrak inmesin
diye ölüyor, tabii yardım ederim.” diyor kahramanca.
Ankara Koleji lise bölüm koridorunda müdüre hanımın odasının önünde
annemin içeriden çıkmasını bekliyorum şimdi de.
Edebiyat dersinde Tevfik Fikret’in Amentüsü okunurken yaptığım itiraz
yüzünden çağırdılar annemi okula. Annem burnundan soluyarak çıkıyor içeriden,
onu sakinleştirmeye çalışan müdüre hanıma “Okulunuzun isminin önünde Türk var
diye gönderdim kızımı buraya, Onun bir Amerikalı olmasını isteseydik İstanbul’a
Robert Kolej’e gönderirdik.” diyor öfkeyle.
Zaman tünelimden çıkıp hayata dönmeliyim artık.
Dün annemle İstanbul’a geldik.
Biraz sonra Avrasya ( İstanbul) maratonunun halk koşusuna katılıp Boğaz Köprüsü’nü
üstünde yürümek için evden çıkmamız lazım. Anneciğim Avrasya koşuları
başladığından beri bu günün hayalini kuruyormuş da haberimiz yokmuş. Uzun zamandır dizlerinden ıstırap çektiği için
yürümesi mümkün değil o yüzden o
tekerlekli sandalyede oturacak biz onu iteceğiz. Bundan tam 55 yıl önce bu saatlerde beni
dünyaya getirmek için sancı çekiyormuş canım anam. Elli beş sene sonra küçücük bir
sefa sürsün inşallah. İnanılmaz heyecanlı ve mutlu. Torunlarının çocukları ile
beraber köprüyü geçeceği için durmadan şükrediyor Allah’a.
Güzeli görmeyi, şükretmeyi, hayattan tat almayı öğretmeye devam ediyor
canım anam.
Zorlu hesap gününde hardal tanesi kadar hayırlar ölçülürken sevapları
kimlerin kazanacağı belli oldu.
Bana da zaman tünelime geri dönüp,
her birinden yalnız ve yalnız kendimin sorumlu olduğu eksik, hata ve
yanlışlarımı bulmaya çalışmak düştü.
Dile kolay hesabını vereceğim yirmi bin seksen yedi gün var düşünmem
gereken. Hadi bir iyilik yapayım kendime
ve Allah indinde sorumlu olmadığım ilk 10-12 yılı düşeyim hesaptan. Geriye
kaldı on altı bin küsur günü.
Kolay gelsin Nurten işin pek
zora benziyor.
Not : Boğaz Köprüsü’nü baştan başa geçmeyi başardık J
Zaman tünelininizde gezinirken, bir zamanlar dışardan görüp kimin olduğunu merak ettiğim, bahçeli pancurlu evinizde çocukluk ve gençlik yıllarınızda görür gibi oldum sizi ve ailenizi...Bu güzel yolcululk için teşekkürler hocam. Yüreğinize sağlık.
YanıtlaSilBenden de küçük bir baba-kız hatırası gelsin o zaman. Karlı, ayaz mı ayaz bir Ankara günü. Ramazan bayramı arifesi.ortalık ana-baba günü..Kızım, ben ve babam (kızım henüz 3 yaşlarında var,yok)..Kızılay Atatürk bulvarındayız. Otobüs durağımıza doğru,kardan, çamurdan, tipiden kaçmaya çalışan insan selini yara yara ilerliyoruz. Babam baktı olmayacak çocuk ezilecek,kaptığı gibi kızımı(torununu) bir çırpıda omuzlarına oturtuverdi..babam iri yarı, 1.90 lık adam. Benim kız "KULE" ye çıkmış gibi:)))değmeyin keyfine. Bir müddet sonra anne yüreği kaşgolü olmayan kızıma kıyamıyorum..Dedim ki babama"babacığım istersen çocuğu indir, yine aramıza alalım. Iyi ayaz yiyor.." El-cevap: dokunma uşağa..sen sen ol, çocuklarını başkalarının arasına sıkıştırarak büyütme..hep yukarıdan, bütünü görecek şekilde büyüt..Kızılay'ın ortasında böyle bir kuleyi bir daha ya kurarıııım, ya kuramaaaam... kim bilir ömrüm vefa eder mi bir daha..böylece sıhhıye ye kadar yürüdük..eve geldiğimde, otobüste uyuyalmış kızımı yatağına yatırırırken,dedesi gururla,onun fiske vursan kan damlayacak, ayazdan al al olmuş yanaklarını öptü..iyi ki anamız-babamız var.. Sonsuz şükürler Ya Rabbim...
YanıtlaSilGözlerim doluyor,taşıyor.. Eli öpülesi Alaaddin amcam ile dünya tatlısı Ayten teyzemin en güzel sermayesi Nurten hocam..O sımsıcak,huzur dolu yuvanıza,ömrünüze değmiş ömrüm var ki,binlerce kez şükürler olsun.Rabbim de sizden,Mehmet hocamdan,o tatlı tontonlardan razı olsun :))
YanıtlaSilHayatın saatler günler ve bu günün sabahlarında doğan güneş üzerinden tanımlanması çok hoş. Ayrıca anne ve babanın evladına kazandırdıklarının da o günkü şikayet konusu olsa bile bu gün farkındalık olarak betimlenmesi ise yarıca takdire şayandır..
YanıtlaSilOkuduğum en güzel yazılarınızdan, Nurten ablam, bu yazı. Sizin sıcak aileniz ve eviniz tefekkür konusu olmuştur benim için yağmurlu günlerimde, ilerlemek için hayat katmıştır dünyama bu güzel yuvanın var olması. Ayten teyzenin canlı duruşu ve sevgi dolu kucağı, Alaaddin amcanın calışkan ve ciddi olması, dünyaya geniş bakması, Sizin tükenmez görünen enerjiniz, Mehmet abimin sanatkâr ruhu, sabrı, ve dünya tatlısı çocuklar, torunlar.Tanıdığım en güzel müslüman ailesiniz. Allah Teala aile ömrünüzü uzun ve mutlu devam ettirsin, inşaAllah! İyi ki varsınız!!!
Sil